
Kırık dökük mevsimlerden çıkmış, siyah beyaz bir film izler gibi arkasına baktı bir gün Müjde… İstanbul’u gezmek üzere gittikleri o günü hatırladı. Sabahın erken saatlerinde Üsküdar’a giden minibüslerden birine Sinan ile bindiklerini ve günün en özel saatlerinin başladığını anladığı o güne gitti gözleri, ruhu, hayali…
İstanbul’u yeniden keşfedeceklermiş gibi heyecanlı, mutlu olduklarını hatırladı. Gözleri parladı, biraz da duygulandı. İstanbul, Müjde için hızlı akan bir nehir gibiydi her zaman. Her gün erken saatlerde kalkılan ve geç saatlerde eve dönülen yoğun ve karmaşık bir şehir olmaktan öteye gitmemişti. Büyük ve gösterişli binalarla çevrilmesi, tarihi bir yapısının olması herkes kadar Müjdeyi de etkiliyordu. Kaybolmak istediği zamanlarda kendini İstanbul’da hayal eder şehrin mistik yapısıyla kendini iyi hissederdi. Sinan ile birlikte çıktıkları bu gezi onun anılarında güzel bir yer etmişti bile. Üsküdar’a geldiklerinde yoldaki parke taşları bile onu Osmanlı dönemine götürmeye yetiyordu. O an, hayalinde Osmanlı beyefendilerini göz önüne getirdi. Kendisini de elinde eldivenleriyle ve süslü bir şemsiyeyle hayal etti. Arabadan inerken Sinan’ın kapıyı açtığını ve önemli bir hanımefendi muamelesi yaptığını düşünüp kendince keyfe daldı. İçinden ‘’Üsküdar’a giderken aldı da bir yağmur’’ şarkısını söylerken buldu. Minibüsten indikten sonra keyifle Sinan’ın koluna girdi ve hızlı adımlarla yürümeye başladılar. Biraz yürüdükten sonra sahile varıp oradan yine kalabalığa karışıp vapura bindiler. Vapurda en güzel yeri seçip oturduktan sonra hafif esen rüzgarın etkisiyle denizden gelen tuz kokusunu genzine çekti ve Sinan’a dönerek ‘’güzel bir gün bizi bekler ’’dedi. Müjde. Benimle güzel bir gün geçirmeye hazır mısın diye sordu sevgi dolu bakışıyla. Sinan, Müjde’ye; sen yanımda olduğun sürece her zaman hazırım diye cevap verdi gülerek. Müjde ikisinin önceden de tanışıyor olduklarını düşünüyordu. Kader onları öyle güzel bir araya getirmişti ki konuşmadan yürekleriyle anlaşabiliyorlardı. Senin yanında huzurluyum dedi Sinan Müjde’nin gözlerine bakarak. Huzurun müjdesisin. Bir ayrılık şarkısının en güzel cümlesisin. Gönlümün sultanı, başımın tacısın. Yürek parem can yoldaşımsın. Müjde bu iltifatlara karşı Sinan’ın yanağına bir öpücük kondurdu. Ben de seni seviyorum yol arkadaşım diyerek etrafı yeniden izlemeye koyuldu. O sırada aldıkları simidin yanına çay alıp güzel bir vapur gezisi yaptıklarını düşündü Müjde. Arada simitten biraz parça koparıp martılara attılar. Vapur tüm ihtişamıyla Eminönü’ne doğru yol almıştı bile. Vapurun düdüğünün sesi İstanbul’da olduklarını hatırlatıyordu ikisine de. Kız Kulesi’ni denizden izleyerek geçerlerken Sinan Müjde’ye Kız Kulesinin hikayesini anlattı. Biraz hüzünlenen müjde Haydarpaşa’yı Sinan’a gösterdi. Eskiden İstanbul’a trenle geldiklerini Haydarpaşa’da indiklerini anlattı Sinan’a. Karşıda tüm ihtişamıyla Boğaz Köprüsü görünüyordu. Yol boyunca bir sürü yalı ve tarihi eserleri görerek keyiflendiler. Vapurun arkada çıkardığı köpüklü su büyük yol yapmıştı. Martılar eşliğinde geçirdikleri yolculuk sonunda Emin önün de vapurdan inerek yeniden kalabalığa karıştılar. Büyük Mısır Çarşısı’na girmeden önce Yeni Cami önünde ki kuşlara yem atıp dilek tuttular. Mısır Çarşısı’nı gezip içerideki yoğun baharat kokusunu hissettiler. Renkli satıcıları görüp alış veriş yaptılar. Oradan ayrılıp Beyoğlu’na doğru yol aldılar. Galata Kulesi tüm ihtişamıyla onları karşıladı. Kuleye çıkarak İstanbul’u tepeden gördüler. Yedi tepe üzerine kurulu olduğu söylenen İstanbul’u yeniden fethetmek kadar güzeldi gezileri. Beyoğlu’nun tarihi ve büyük caddelerinden geçerek İstiklal Caddesine geldiler. Saat öğleyi çoktan geçmişti. Öğle yemeğini yedikten sonra İstiklal Caddesinin kalabalığına karıştılar. Bu arada cep telefonuyla çok güzel fotoğraflar çekmişlerdi. Martıları, Kız Kulesi’ni, Haydarpaşa’dan geçişi, Eminönü’ndeki kuşları, tarihi Mısır Çarşısı’nı, Galata’yı derken istiklal de gezerken elinde telefon ve günün hayranlığı ve yorgunluğuyla bir ara telefonunu düşürdüğünü fark etmedi bile. Taksim- Beyoğlu nostaljik Tramvayının peşinden koşmaya başladılar. Vagonun arkasına atlayıp çocukluk günlerine döndüler. Sinan Müjde’ye gel sana muhallebi ısmarlayayım diye kolundan çekti. Caddenin meşhur muhallebicisine gittiler. Bayağı da yorulmuşlardı. Müjde bir an için telefonunun elinde olmadığını fark etti. Sinan’a sordu telefon onda da yoktu. Muhallebi keyfi yarım kalmıştı. Muhallebiyi yedikten sonra caddeyi iki, üç defa daha turladılar. Sokak satıcılarına telefonu sordular. O kalabalığın içinde bulmak imkansız diye düşünüp geri dönüş yolculuğuna başladılar. Sinan kendi telefonuyla Müjde’nin telefonunu arayıp telefonun kapalı olduğu sinyalini aldı. Watsaptan telefona mesaj yazdı. ‘’Bu telefonu bulduğunuzda lütfen bize ulaşırsanız seviniriz.’’ Telefonun kaybolması ikisinde de soğuk bir duş etkisi yaratmıştı. Biraz üzgün, biraz yorgun geldikleri güzergahtan evlerine döndüler. Önce Eminönü’ne sonra vapurla Üsküdar’a oradan minibüsle evlerine döndüler. Yolda ikisinin de ağzını bıçak açmadı. Eve geldiklerinde telefonu bulan kişinin mesajıyla karşılaştılar. Mesajda; Telefonunuzu mağazamızın önünde müşterilerimiz vasıtasıyla bulduk. Telefon kapalı olduğu için size anca ulaşabildik. Yarın gelirseniz size teslim ederiz. Diye bir mesaj yollamışlardı. Büyük bir kalabalığın içerisinde kaybolan telefonun Müjde’ye teslim edileceğini söyleyen bu mesaj Müjde için çok değerliydi. Dünyada hala iyi insanlar olduğunu hatırlatıyordu. Aynı zamanda kötü biten gün birden aydınlanmıştı.
Mine KAR ÖZBEK